KUDÜS, MUSTAFA KEMAL PAŞANIN DİRENİŞİNE RAĞMEN NASIL MI KAYBEDİLDİ ?
Okuyun lütfen
Bölgedeki Yıldırım orduları, tamamen Almanlarin kontrolunde, Komutanlar ve kurmayların çoğu Alman subaylardan oluşacaktı. Öyle ki, karargahta 65 Alman ve 9 Türk subayı vardı.
General von Falkenhayn’ın komutasındaki Osmanlı Yıldırım Orduları; Irak’ta Halil Paşa’nın komutasındaki 6. Ordu, Halep’te Mustafa Kemal Paşa’nın komutasındaki 7. Ordu ve daha sonra Filistin cephesinde von Kres Paşa’nın komutasındaki 8. Ordu’dan oluşuyordu.
Mustafa Kemal Paşa, 20 ve 24 Eylül 1917’de Halep’ten Enver, Cemal ve Talat paşalara gönderdiği iki raporla, Enver Paşa’nın Bağdat harekatı, Falkenhayn’ın Filistin taarruzu düşüncelerini eleştirip nasıl bir askeri strateji izlenmesi gerektiğini tek tek anlatmıştı:
İngiltere’ye hizmet eden bir İslam alemi nedeniyle (isyancı Araplar), “İngiltere nüfuzunda bir Filistin Hıristiyan Hükümeti’nin kurulmasının” söz konusu olduğunu belirtiyordu.
Asıl düşmanın Sina’da bulunduğu o günlerde elimizdeki zayıf orduyla Bağdat’ın geri alınamayacağını söylüyordu: “Düşman Bağdat’a gemilerle ve trenlerle asker getirirken, biz boynuzlu hayvanlarla (şahdarlarla) ve deve ile buna karşı koyamayız” diyordu.
Sonra da yapılması gerekenleri sıralıyordu: Sina cephesinde düşmanın bize göre çok güçlü olduğunu, her an taarruz edebileceğini, bunun için, özellikle 7. Ordu birliklerinin hemen güneye hareket ettirilmesi gerektiğini belirtiyordu. “Burada orduları Falkenhayn’a ve Kres’e bırakmak, Almanları idare etmek gibi bir yol, vatanın çıkarlarına aykırıdır” diyordu. Orduları illa da Falkenhayn yönetecekse, Falkenhayn’ın en tepede bir Türk sorumluya bağlanmasını istiyordu. Sina cephesi eğer tek bir komuta altında birleştirilecekse “o komutan ben olurum” diyordu. Çanakkale’de Arıburnu’nda ve Anafartalar’da elde ettiği tecrübelerin bu iş için yeterli olduğunu söylüyordu.
Son olarak Almanların gerçek niyetlerini açıklıyordu: “Almanların savaşın uzamasından yararlanarak bizi sömürge yapmak ve memleketimizin bütün kaynaklarını kendi ellerine almak siyasetinin karşısındayım” diyordu. General Falkenhayn’ın geldiği günden beri “Türklere düşman Arap aşiretlerini kazanmaya çalıştığını”, gerçek amacının bütün Arabistan’ı Alman yönetimine almak olduğunu, “memleketi Alman sömürgesi yapmak” istediğini, bunun için “bizim borcumuz olan altınları ve Anadolu’dan getirdiğimiz son Türk kanlarını kullanacağını” belirtiyordu.
Mustafa Kemal Paşa, 24 Eylül 1917 tarihli raporunun sonunda, Sina-Filistin cephesinde Falkenhayn’ın değil, kendisinin görevlendirilmesini istiyor, aksi halde istifa edeceğini belirtiyordu.
Enver Paşa olumsuz cevap verince Mustafa Kemal Paşa, 7. Ordu’daki görevinden istifa etti. Onun yerine Fevzi (Çakmak) Paşa 7. Ordu Komutanlığı’na getirildi.
Enver Paşa, Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal’e değil de Verdün mağlubu Falkenhayn’a güvendi.
O raporlar:
BİRİNCİ RAPOR
- Ordu Komutanı Atatürk, 20 Eylül 1917’de, Başkumandan Vekili Enver Paşa’ya, Sadrazam ve Dahiliye Nazırı Talat Paşa’ya ve Bahriye Nazırı ve 4. Ordu Komutanı Cemal Paşa’ya 2010 kelimelik uzun bir rapor gönderdi. (Yusuf Hikmet Bayur, Atatürk, Hayatı ve Eseri, s. 120-128, Atatürk’ün Bütün Eserleri, C.2, s.120-125).
Atatürk raporuna, yetkililerin “bu açıklamalarını, hiçbir kötümserliğe ve telaşa yormayarak soğukkanlılık ve ciddiyetle karşılayacaklarına güvendiğini” belirterek başlıyordu.
SORUNLAR
Genel durum: “Halk ile idare (hükümet) arasındaki bağlar sarsılmıştır. Hükümet acz içindedir. Halk savaşlarla iyice fakirleşmiştir. Hükümetin uygulamaları ‘halkın haklarına ve adalete’ aykırıdır. Bu, ‘halkın nefretini’ arttırmaktadır” diyordu. “Hükümetin ‘acz içinde’ olmasında, zabıta kuvvetinin olmaması, memurlarının ‘rüşvet’ alması, ‘vurgunculuk’, ‘yolsuzluk’ yapması, ‘suiistimalleri’, ‘keyfine düşkünlükleri’ ve ‘adalet işlerinin kesinlikle yürümemesi’ etkilidir. Bu nedenlerle genel hayat her yerde çürümektedir. Ticaret ve ekonomi çökmüştür. Para meselesi, geleceğe güven bırakmamıştır; namuslu insanları bile kutsal bildikleri değerlerden uzaklaştırmıştır” diyordu. “Çürüyen muazzam saltanat binasının (devlet) bir gün içeriden birden bire çökmesinin” muhtemel olduğunu söylüyordu.
Askeri durum: “Düşmanlarımız bize göre daha iyi durumdadır. Almanlar savaşı kazanamaz. Savaş uzun sürecektir” diyordu. Ordumuzun iyice zayıfladığını, ülkenin insan kaynaklarının yetersiz olduğunu söylüyordu. “Özetle, Batı’da muhtemel yeni taarruzları beklemek ve Suriye sınırındaki düşman taarruzlarını başarısızlığa uğratmak, genel askeri durumumuzun şimdiki vazgeçilmezleridir” diyordu. Bu durumda, son kuvvetlerle Bağdat’ı geri almanın da mümkün olmadığını anlatıyordu. “Düşman Bağdat’a gemilerle ve trenlerle asker getirirken, biz boynuzlu hayvanlarla (şahdarlarla) ve deve ile buna karşı koyamayız” diyordu.
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
“Bu sözlerimle ‘her şey bitti, bulunacak çare kalmadı’ demek istemiyorum. Böyle kötümser bir düşüncenin, düşmanların en tehlikelisi ve en vahimi olduğunu açıklamaya gerek görmem. Kurtuluş ve hayat imkanı vardır, ancak hedefe ulaştıracak tedbirleri bulmak lazımdır” diyordu.
Sonra şu çözüm önerilerini sıralıyordu.
a) İçten hükümeti kuvvetlendirmeli, jandarmayı güçlendirmeli, memurları, adalet işlerini, ticaret ve ekonomi işlerini düzenlemeli, suiistimalleri hiç olmazsa tahammül edilebilir sınıra indirmeli ve böylece memleketi sağlam bir hareket üssü haline getirmeli…
b) Askeri siyasetimiz bir savunma siyaseti olmalı. Yurt dışında tek bir Osmanlı eri kalmamalıdır. Sina cephesinde düşman bize göre çok güçlüdür, her an taarruz edebilir. Hazırlıklar tamamlanmalıdır.
c) Bütün Suriye ve Hicaz’ın sorumluluğu ve Sina cephesinde komuta, kendi evlatlarımıza (Müslüman Osmanlılara) verilmelidir. Vatanın çıkarlarına en uygun şekil budur. Eğer Sina cephesinin von Kress’in 8. Ordu’su ile benim 7. Ordu’m tarafından savunulması gerekiyor ve bu orduların Falkenhayn’a bağlı bulunması uygun bulunuyorsa vatanımızın çıkarları için bu görevi üzerime almaktan kaçınmam. Ancak bu halde Falkenhayn’ın, bütün Suriye ve Hicaz’ı yöneten en yüksek sorumlu bir yurt çocuğunun (bir Osmanlı’nın) emri altına girmesi gerekir. Falkenhayn sadece askeri komutan olur. Sevk ve idare bizim memleketimizin bir öz evladının elinde olur. Sina cephesi bir komuta altında erimeye mecbur olursa o komutan ancak ben olurum.
“İçinde bulunduğumuz bu bataklıktan Almanlarla beraber kurtulmak zorunlu ise de Almanların bu zorunluluktan ve savaşın uzamasından yararlanarak bizi sömürge yapmak ve memleketimizin bütün kaynaklarını kendi ellerine almak siyasetinin karşısındayım.
Bugün Falkenhayn her vesileyle herkese karşı, Alman olduğunu ve elbette Alman çıkarını en fazla düşüneceğini söyleyecek kadar cesaretlidir. Halep’te, Fırat’ta ve Suriye’de Alman siyasetinin ve Alman çıkarının peşinde koşan bir Alman komutanın, yüzbinlerce Türk kanı için karar verme mevkiinde bulunması tamamen vatanımızın çıkarlarına aykırıdır.
Falkenhayn geldiği günden beri Türklere düşman Arap aşiretlerini kazanmaya çalışmaktadır. Irak harekatının uygulanamaz olduğunu daha ilk günden beri anlamasına rağmen bu harekatı memleketimize yerleşmek için kullandı. Gerçekte amacı bütün Arabistan’ı Alman yönetimine almaktı. Nitekim planın ikinci aşamasına başlamıştır. Irak hedefi değişince Sina cephesinde bir taarruz istemeye başladı. Amacı Arabistan’ı Alman idaresine sokmaktır.
Eğer Filistin’in savunması mümkün olursa Falkenhayn en büyük başarıyı kazanmış olarak ortaya çıkacaktır. Ancak bu durumda da memleket yine bizim elimizden çıkıp bir Alman sömürgesi haline gelecektir…”
Atatürk, “memleket savunması”nın söz konusu olduğu o günlerde “Memleketin hiçbir köşesi herhangi bir yabancı nüfuz ve idaresi altına verilmemelidir” diyordu.
Son cümlesi şuydu: “Bulunduğunuz makam sebebiyle bunları anlatmakla vicdanım üzerindeki bir yükü kaldırmış olduğuma inanıyorum.”
İKİNCİ RAPOR
Koca bir imparatorluğun yıkılıp gittiğini görüyordu. Bir şeyler yapmalı, hükümete ve orduya mutlaka doğruları göstermeliydi. Oturdu, ikinci bir rapor daha yazdı. (Bayur, age, s. 129-133,
Atatürk’ün Bütün Eserleri, C.2, s. 126-129).
- Ordu Komutanı Atatürk, 24 Eylül 1917’de Enver ve Cemal paşalara ikinci raporunu gönderdi. Raporun birinci ve ikinci bölümünde Sina cephesindeki düşman kuvvetleriyle bizim kuvvetlerimizi karşılaştırıyordu. “Elimizdeki kuvvetlerle saldırı değil, ancak savunma yapabiliriz. Tüm kuvvetlerimizi Sina cephesine göndermeliyiz. Eldeki yetersiz kuvvetlerle General Falkenhayn’ın bir saldırıya geçmesi yanlıştır” diyordu. “Parça parça cepheye gelecek kuvvetlerce verilecek bir savaş konusunda kimse benim kadar tecrübeye sahip değildir. Gerek Arıburnu’nda ve gerek Anafartalar’da doğrudan doğruya Osmanlı başkentini, bu sistemde, yani üstün kuvvetlere karşı parça parça gelen kuvvetlerin kullanılmasıyla savunmuş ve 2. Ordu’nun öncü kolordusunu komuta ederken de stratejik yayılmasını bitirmiş bir düşmana karşı kendi ordumuzun toplanmasını gizlemiş ve emniyete almıştım” diyordu.
“Bir savunma cephesi olan Sina’ya iki ordu karargahı sığmaz. Bu cepheyi bir tek komutan komuta etmelidir. Sina cephesini benim komuta edebilmemde tecrübesizlik ve yeterlilik gibi düşünceler ileri sürülemez. Çünkü bundan daha zor olan Arıburnu ve Anafartalar’da 11 tümeni ve bir süvari tugayını başarı ile kullanmış ve 10 tümenlik 2. Ordu’yu idare etmiş ve İngiliz ordusunu yenmiş bir komutan, istenilen tecrübeyi kazanmıştır” diyordu.
Sonra şöyle devam ediyordu: “Sina cephesinin gerçek ihtiyaçları gizlenmektedir, yani aldatılmaktayız. 5 aydır memleketimizde olan Falkenhayn bir iş görmemiştir. Falkenhayn’a ne askeri ne siyasi güvenim vardır. Onun emri altında görev yapmak vatanım için asla faydalı bir sonuç doğurmaz.
Vatanımın çıkarları ve kendi şeref ve haysiyetimin aşağılanmaması için benimle ilgili aşağıdaki iki karardan birinin acilen verilmesini istirham ederim:
- Falkenhayn Sina cephesinde görev alamaz. Sina’nın savunması yalnız 7. Ordu Komutanı’na ait olur.
- Ya da ben 7. Ordu’nun komutasından ayrılırım.”
İSTİFA
Atatürk’ün 20 ve 24 Eylül tarihli raporlarına Enver Paşa, 2 Ekim 1917’de şöyle cevap verdi: “Sina cephesinde Mareşal Falkenhayn Paşa’nın, söz konusu harekatın başarıyla sonuçlanması için en doğru karar ve tedbirleri alacağına eminim. Bu konudaki güvenime zatıalinizin de iştirak etmenizi bilhassa rica ederim.”
Ancak Enver Paşa fena halde yanılıyordu. Anafartalar kahramanı Atatürk’e değil de Alman Falkenhayn’a körü körüne güvenmesinin bedelini Türk Milleti çok ağır ödeyecekti.
Atatürk, 6 Ekim’de kendisine bir vekil tayin ederek istifa etti.
Enver Paşa, önce Atatürk’ü istifadan vazgeçirmeye çalıştı, başaramayınca, 9 Ekim’de Diyarbakır’daki 2. Ordu Komutanlığı’na atadı. Atatürk bu atamayı da kabul etmedi, “izinli” sayılarak 11 Ekim’de Halep’ten ayrıldı, 15 Ekim’de kendi ifadesiyle “asi bir komutan olarak” İstanbul’a geldi. O sırada bir ordu komutanı olan Atatürk’ün bütün bu isyanına Enver Paşa sessiz kaldı. Yusuf Hikmet Bayur şöyle diyor: “Bu olay Mustafa Kemal’in ne kadar büyük bir ün ve şan kazanmış, hükümetin de ne ölçüde dirayetsiz bir duruma düşmüş olduğunu ayrıca gösterir.” (Bayur, age, s. 121).
Küdüs’ten Halep’e
Tarih Atatürk’ü yine haklı çıkaracaktı. 31 Ekim 1917’de İngilizler, 110 bin kişilik bir kuvvetle Sina cephesinde saldırıya geçtiler. Bizim 36 bin kişilik kuvvetimiz vardı. Falkenhayn gafil avlandı. 11 Aralık’ta Kudüs İngilizlerce işgal edildi. Filistin kaybedildi. (Uluğ İğdemir, Atatürk’ün Yaşamı, s. 102). Hıristiyanlarca kutsal sayılan Kudüs’ü Almanlar kasten savunmamıştı. (Bayur, age, s. 134).
Kudüs’ün kaybından ancak 4 ay sonra, 25 Şubat 1918’de Falkenhayn, Yıldırım Orduları Komutanlığı’ndan alındı, yerine Maraşal Liman von Sanders atandı.
Kudüs’ü savunmadılar
Almanlar “şehirdeki dinsel yapılar zarar görmesin” diyerek Kudüs’ü savunmadan İngilizlere teslim ettiler. Von Papen hatıralarında şöyle diyor: “İngilizler kente doğrudan doğruya saldırmadan Kudüs’ün boşaltılmasını diledim…” (Bayur, age, s.390) Cemal Paşa’nın, Kudüs’ü savunmakla görevli kolordu komutanı Ali Fuat (Cebesoy) Paşa’dan öğrendiğine göre, General Falkenhayn, “mübarek makamların top mermisiyle harap olacağı” gerekçesiyle Kudüs’ün savunulmasını istememişti. (Cemal Paşa, age, s. 230) Almanların, “Kudüs tahrip olmasın” propagandası o kadar etkili oldu ki, Kudüs Mutasarrıfı İzzet Bey’in 8/9 Aralık 1917 tarihli Kudüs’ü teslim belgesinde bile “Osmanlıların dini binaların tahrip olmasından çekindiği için şehirden çekildiği” ifade ediliyordu.
Cemal Paşa, daha önce Kudüs’ü savunmak için gerekli önlemleri almıştı. (Cemal Paşa, age, s.232). Kudüs stratejik olarak savunmaya elverişliydi. Pekala savunulabilirdi. Ancak, Yusuf Hikmet Bayur’un dediği gibi “Hıristiyanlarca kutsal sayılan Kudüs, Alman tertipleri sayesinde İngilizlerin eline düştü.” (Bayur, age, s. 391).
Bu yazı alıntıdır
Yazar: Mahir Özel